Almanya Cumhurbaşkanı Joachim Gauck, tarafından Liyakat Nişan ödülü alan ve Neox Medya yazarı olan Nejdet Niflioğlu’nun yeni yazısı Hak Hukuk yayımda!

Değerli okurlarım, hayatımızı düzenli ve güvenli kılan en önemli değerlerimizin hukuk ve hak eşitliği olduğu tartışılmazdır.

 Yasa karşısında hepimizin eşit olması gerektiğinin önemi ilk olarak Türk uygarlıklarında yasallaşmıştır. Eski Türk uygarlıklarına ait olduğu belgelenen çivi yazılarıyla, hak eşitliği yasaları kalıcı şekilde taşlara oyulmuş ve günümüze kadar nesilden nesile aktarılmıştır. İslam dini değerleri içeresinde de en önemli değer kul hakkıdır. Bu değerlerimizin kökenlerinin, bilhassa Türk gelenekleri arasında çok eskilere dayandığını mutlaka bilmeliyiz.

Türkler, din baskısıyla veya yabancı kültürlerden kendilerine adapte edilen yasalarla uygarlaşmadı. Tam tersine: bugün bilinen tüm kültürlerin ve uygarlıkların temeli binyıllar önce başlayarak tüm dünyaya Türkler tarafından aşılandı. Biz kadınlarımıza Hanım (Kraliçem) derken, Avrupa kıtasında yaşayan topluluklar kadınlarını saçlarından sürükleyerek mağaralarına çekiyor ve onlara şiddet uygulayarak sahipleniyorlardı. Biz hastalık kaynağı olarak bedenimizdeki ve ellerimizdeki biriken bakterileri sabunlu sularla yıkayarak üzerimizden attığımız devirlerde, Avrupa kıtasında hastalananların beşte dördü çevrelerinden kaptıkları mikroplar nedeniyle hastalanıp ölüyordu. Yıkanmış olsalardı hasta bile olmayacaklardı ama onlar yıkanmıyorlardı. Bedenlerinden yükselen kötü kokuları bastırmak için parfümler kullanıyorlardı. Tedavi ettikleri hastaları arasında mikrop yaymayı önlemek için, hekimlerin muayene öncesinde ellerini yıkama şartı Avrupa da ancak büyük dirençlere karşı 1847 yılında Semmelweis isimli bir hekim tarafından yürürlüğe sokulabildi. Bizler o tarihlerde ve çok daha öncesinde abdestsiz gezmezdik. Gerektiğinde de abdestimizi günde beş kez tazelerdik. Ellerimizi yıkamadan sofraya oturmazdık. Avrupa dillerinde tercüme karşılığı bile bulunmayan, nimet ve bereket terimlerine çok önem verdiğimizden, abdestsiz tarlaya ve bahçeye bile girmez dükkan açmazdık.

Avrupa da, Amerika da gördüklerinizi çok medeni bulabilirsiniz. Kendi toplumsal medeniyet anlayışımızla kıyasladığınızda onları bizlerden ileride görebilirsiniz. Mutlaka sayısız medeniyet örnekleri sayabilirsiniz ve mutlaka verdiğiniz örneklerde çok haklısınız. Fark nerede yatıyor biliyor musunuz? Medeniyet bizim jenerik yapımızda var ve biz her zaman ruhumuzun derinliklerinde yatan özümüze dönebiliyoruz. Bizde var olan ve devamlı yaşattığımız kavramlar arasında, toplumsal düzenimizi belirleyen, değiştiren, özelleştiren kavramlar var: Dul, Yetim, Gazi, Kader Kurbanı, Mağdur, Gariban ve bunlar gibi daha nicelerini örnek olarak sayabilirim. En büyük ve kaba kavgalarımızda bile rakibimizin „Yetim“ veya „Gazi“ olması tutumumuzu değiştirebiliyor. Onlara karşı işlediğimiz ayıplardan ve söylediklerimizden kendimiz utanmazsak, çevremiz bizi ayıplayabiliyor. Ancak, medeniyetin jenerik yapılarında bulunmayan toplumlarda bunun tam tersi oluyor. Çok seviyeli ve medeni başlayan görüşmeler bile bu bireylerin kendi ilkel özlerine dönmelerini ve barbarlaşmalarına yol açabiliyor. İşte o andan itibaren, rakiplerine karşı hiçbir vicdani duyguları kalmıyor. İsterseniz deneyin veya uzun süredir yaşadığınız ülkede bir „Gazi“ bulun, kendisine gösterilen toplumsal değeri soruşturun. Tüm cesaretinizi toplayın ve gece vakti herhangi bir kapıyı çalın, Tanrı Misafiri olarak yemek ve yatacak yer isteğinde bulunun.

Bireyler arasındaki hak eşitliğini en çok savunan kişilerden biri olmama rağmen son haftalarda gördüklerim ve duyduklarım resmen midemi bulandırdı. Paris Olimpiyat Oyunları adı altında her türlü rezaletlere zemin verildi. İzleyen herkesi şoke eden açılış etkinliğinde amacı belirsiz gösetriler hem dini değerleri hem de toplumsal değerleri rencide etti. Kendisini eşitlik kavramının en büyük savunucusu olarak tanıtan Fransızlar, müsabakalara baş örtüsüyle katılmak isteyen sporcuları kapıdan kovdu. Fakat, yakın geçmişte pedofil eğilimi nedeniyle yargılanmış olan bir Hollandalı sporcuya ve kadın tacizcisi olduğu bilinen İranlı bir sporcuya kucak açtı. Ringde bir biyolojik erkeğin, kadın sporcuları dövmesine ve kadın mayosu giyen diğer bir ekeğin yüzme müsabakalrına katılmasına hiç ses çıkarmadı. Bizim eşitlik kavramımız bu değil. Bir biyolojik erkek, kadınlara karşı yarışmak istediğinde, kadın sporcunun kişisel hakkı daha ağır basmalıdır.

 

Ben olsam, bu sporculara özel bir etkinlik düzenlerim:. Paralympics gibi. Kendi aralarında yarışsınlar. Meydanı, Yusuf Dikeç gibi gerçek yiğit sporcularımıza bıraksınlar. Sevgiler ve Selamlar Nejdet Niflioğlu